10 Ocak 2012 Salı

Fetih 1453

          Hırsızlıktan kazanılan para ile kimsesiz çocuklara yapılmış rekor düzeyde bir yardım gibidir Recep İvedik'ten kazanılmış para ile bir Hadis'e mazhar olmuş fethi film yapmak. 

          Duyguların en büyük sömürü aracı olarak kullanıldığı bu kapitalist dünyada, canı, sömürünün de kalitelisini çekiyor insanların. 

          Para amaç olduğundan beridir, nasıl kazanıldığının önemi sadece harcama dengesini kurarken kaale alınır oldu. Dengesizliğin, adaletsizliğin denge unsuru haline geldiği güzelim memleketimde ise haksızlığa karşı susmak en büyük erdem bellenir oldu. 

          Bir yanlışı başka bir yanlışla örtmek acziyettir ki bu toplumun eli, dili ve gözü bağlanmış aciz bir ferdi olaraktan, bir filmi internetten indirip izlemek konusunda kendimce ciddi manada bir hakka sahip olduğumu düşünüyorum.
  
          "İntikam, soğuk yenen bir yemektir." 17 milyon dolar da geldiği yere döner aheste aheste.
         

7 Ocak 2012 Cumartesi

Dersler Nasıl?

          “Olaylara karışma!” diye devam eder bu replik. Her defasında çok gülerim Nejat Uygur’a Vizontele Tuba’daki bu diyalogunda. Aslında herkes üniversite yıllarında karşılaşmıştır bu replikle. Kolay değil bu ülkede 80’li yıllarda genç olmak. Süt – yoğurt muhabbeti işte. Uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. Anlatmak istediğimiz şey farklı bugün. Dilimiz döndüğünce tabi ki…


          Bu aralar babamla çok sık kavga ediyoruz eften püften mevzular nedeni ile. Şimdiki aklımla beni anlamıyor deyip işin içinden sıyrılıyorum. O da her defasında “ulan sen ne gördün ne yaşadın da konuşuyorsun, anlamıyorum ki?” bakışı atıyor bana zaten, münakaşa son bulduğunda.


          Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu olmamız hasebi ile genelde insanlar siyaset erbabı belliyor bizi. Okulda öğrenilebilir bir şey değil halbuki. Öyle olsa bile, üniversite hocalarının katkısı, bir futbolcuya ceza sahasında kendini nasıl yere atması gerektiği üzerine taktik çalışma yaptıran teknik adamların katkısı kadar olur, bana göre. Tabi hocan S. Demirel, teknik direktörün de A. Erdem olursa iş değişir. Eğri oturup doğru konuşmak gerekiyor. Sonuç olarak, şunu demek istiyorum ki ben ve cümle arkadaşım, aslında siyaset denen melanetten bir bok anlamıyoruz. Kim anlıyor ki? Ulan hangimiz nerdeyiz ki? Ben çocuğuma bir tadelle alamayacak mıyım?


          Yaşıyoruz, hedeflerimiz var, kimimizin işi gücü var artık, kimimiz okumaya devam ediyor vesaire. Ama bazen ciddi nutuklar atabiliyoruz. Mangalın külünü bırak ızgarası titriyor anasını satayım. Giydirdiğin adam karşında değil, e karşında seni dinleyen adam da zaten bitirdiğin fakülte itibarı ile sana bir pozitif önyargı ile bakıyor, hem sonra dilin de dönüyor, cafcaflı iki üç kelime de getirdin miydi yan yana, “dadından yinmez”.


          Değineceğim mesele aslında siyaset falan değil. Bu sadece bir örnek teşkil ediyordu, bu sebepledir ki girişte siyasi duruştan dem durdum biraz. Mesele madalyon ve bu madalyonun yüzleri meselesi.


          Apolitik bir toplumdan, reel bir siyasi eğilim beklenemeyeceği savı yanlış olabilir. Eleştirileri pek tabi ki olgunlukla karşılayabilirim. Fakat, bu apolitik toplumu türlü nedenlerle daha da apolitik yapma amacındaki zihniyet ile büyüdük biz. Lise öğrencisi iken bildiğim tek siyasi yapı “ülkü ocakları” idi benim. Benim gibi binlerce Trabzonlu genç gibi… Büyüklerimizden duyduğumuz en klişe söz ise, herkesler gibi, “öğrenci adamın siyaset ile işinin olmaması gerektiği”dir. Politikayı öcü gibi gösterme duruşu belki gerçek manda onların suçu değildi, ama şimdilerde üzerinde ağır bir baskı ile yetişen bu kuşak anne-baba olmaya başlamış durumdadır ki, merak edilen mevzu onların tutumunun ne yönde olacağıdır. Kötü kaynana, yeni bir kötü kaynana mı yaratacaktır, yoksa kaynanasının yanlışlarını tekrar etmemek adına candan bir kaynana mı ortaya çıkacaktır, bilinmez. Matematik bu konuda “kötü kaynana”ların artacağı sonucuyla karşımıza çıkıyor, orası da ayrı bir konu.


          Sonuç olarak, meydana maalesef “şekilcilik” illeti çıkıyor. Bu öyle bir illet ki, kanser hücresi gibi başlangıcından çok uzak noktalara erişip bütün bir bedeni kullanılamaz hale getirebiliyor. Çünkü, asli mevzularda dışlanan birey, kendini ispat etme yollarını farklı alanlarda aramaya başlıyor. Ve işte tam bu noktada, başarısızlıkların yüksek olması, onları farklı görünmek zorunda bırakıyor ve ortaya “şekilci” birey çıkıyor. Hem zihinsel, hem de fiziksel…


          Bu cihetle, medyatik insanların en büyük örnek teşkil ettiğini ayrıca belirtmenin, açıklamanın gereği yoktur. Ancak belirtmek isterim ki bu örnek alınan kitle, bireyin fiziksel yönüne çok daha fazla etki ediyor. Yürüyüş, konuşma, saç-sakal kesimi, giyim-kuşam vesaire… gitsin bir istatistik öğrencisi araştırsın, Türkiye’de en çok kaşmir palto ne zaman satılmıştır? Cevabı herkesler gibi siz de biliyorsunuz. Bir örnek yeterli. Abartıp kekini kabartmaya lüzum yok.


          Diğer taraftan, zihniyet konusuna gelirsek, bunun kaynağını saptamak elbette çok daha zor. Ancak genel bir değerlendirme ile hiç kimsenin kendini olduğu gibi tanıtmadığı aşikardır. Bu nedenle facebook denen alemde gezinmek yeterlidir. Her şey o kadar açık ki. İnsan dışarıdan kendi profiline baktığında bile “yahu bi siktir git!” demeden alamıyor kendini.


          Facebook’ta bakıyorsun herkes duyarlı, herkes duygusal, herkes müzik adamı, herkes siyaset bilimci, herkes müzikten edebiyattan anlıyor, herkes asi, herkes arkadaş canlısı, herkes samimi vesaire… Bütün kızlar güzel, bütün erkekler yakışıklı ve çapkın… Evli adamların listesindeki kızlara bakıyorsun, öyle bakıyorsun, gözünü alamıyorsun… Bak unutmuşum bir de herkes sapına kadar Müslüman…


          Mesela benim Allah’ı beğenen arkadaşım var. Sana onu da getireceğim. Bir bakıyorsun kayışı koparmış, karı kız mevzusunda utanılacak seviyelerde geziniyor, bir bakıyorsun salat-u selam paylaşıyor. “Sen de paylaş, yoksa çarpılırsın”ı eklemeyi unutmadan tabi ki. Paylaş ki münim kardeşlerinle yüzlerce kez salat-u selam getiresin.


          Ben bunu kapitalist düzene bağlıyorum. Reklamların bu mevzuda ciddi bir paya sahip olduğunu düşünüyorum. Çünkü herkes, bir şeyin farklı bir şekilde, bir başkasına kakalanabileceğini tecrübe etmiş. “O halde ben neden bunu yapmıyorum”cular bu konuda dayanak bakımından sağlam temler üzerindedirler diyebiliriz. "Şimdi ablacım bak, sen al bu deterjanı, dök şu nar lekesinin üstüne, makineye atmıyorsun bile! La var ya, ağzımı bozacağım ama ecdadını beller o lekenin biliyon mu sen? Akıllı molekül var bunda. Adamlar 'Lost' çekiyor ablacım…"


          Hal böyle olunca, insan pazarlama tekniklerini öncelikle kendinde uygulamaya başlıyor. Yer bakımından da yüzlerce insana bir tıkla ulaşabileceğin facebook gibi sanal ortamlar baş rol oynuyor. Sonra gelsin efendim beğendiler, gitsin efendim “çaldım”lar… Adam çalıyor, bir de sırıtıyor. Kimse de çıkıp demiyor ki “Aga bu nedir?”.


          Adam; “İntihar etcem yhaaa! Artık dayanamıyorum!” yazıyor durumuna, düşün… İlgi budalalığı diz boyu. Biri sorsun, biri benle ilgilensin istiyor çünkü. Onu saatlerce dinleyecek bir sevgilisi de yoksa, tamam. Olaylar olaylar… Çizmedin ki kesesin!


          Diğer taraftan her şey basite indirgenmeye başlanıyor. Bir kız senin paylaştığın şarkıyı/şiiri/sözü, her ne haltsa işte, beğenmişse tamamdır. Kesin hoşlanıyor olum senden. Pis kız düşürürüm lan! Öyle böyle değil. Öyle böyle değilse ne? Tabi ki: şöyle… Aga bir durum güncellemişim, 23425 kişi beğendi anasını satayım. Şaka maka ben buraların adamı değilim. Gidip eriğe mi düşsek? Bilemedim bak şimdi. 


          Sonuç olarak uzatmaya gerek yok. Yazıyı okuyan akıllı bir adam ne demek istediğimi anladı. Şekilcilik nasıl yapılır, onu da gayet açık bir şekilde görmüştür. Yani şair bayrağa sesleniyor ve diyor ki: “Behzat Ç ve Leyla ile Mecnun hastasıyım. Anlamam diyorum ama çok pis siyaset yaparım, okuyanın aklını alırım. Siyasal Bilgiler mezunu olduğumu da iliştirdim ya yazıya tamamdır. Sen şimdi bu yazıyı okurken facebook’taki profil fotolarımı da merak etmişsindir. Dadından yinmez. E duyarlılık konusunda daha ne yapabilirim ki? Sosyolog oldum ya işte! O değil de çok yalnızım lan. Yok mu şöyle eli yüzü düzgün bir kız arkadaşınız? Ciddi düşünüyorum ya, bu saatten sonra..."


          O değil de Genel Kurmay Eski Başkanı’nı da içeri almışlar. Şimdi abicim bak: “ Öncelikle Gülen Cemaati…


          İşte böyle yaşıyoruz, ve yaşamak da sana dair uzayıp giden bir özleme dönüşüyor, insaf et Anna!


          (Cem Yılmaz bence bir numara. Adam komedyen değil, bildiğin sosyolog lan!)