12 Mayıs 2012 Cumartesi

SENİ SEVMEK

Metropole direnen bir köylü çocuğunun
Çektiği ızdırap gibidir seni sevmek
Kendini hayatın bir kıyısına iliştirememek
Sınav stresinden saçlarına ak düşmüş bir genç kızın
Bazı geceler hayaline sarılıp uyuduğu,
Güzel günlerin habercisi genç erkek
Gelmeyecek. Hiç gelmeyecek…
Şakaklarına bir namlu doğrultulmuş gençliğin
Çekildi çekilecek
Sokaklardaki ihtiyar çocuklara dönmek
Gibi bir şey işte seni sevmek.

Boş bir mezara yakılan ağıt,

Doğmayacak kız çocuğuna pembe
Minicik kıyafetler beğenmek
Maviye razı olmamak değil
Yeter ki sağ salim olsun kalplerde umut
Yeter ki çocuklar masum doğsun!
Ölüm gelecekse hoş gelsin ne demek.
Siyah beyaz bir filmde hayatına kasteden
Lanet bir kitleye gülümseyebilmek
Gibi bir şey işte seni sevmek

Bir madencinin içindeki beyazı feda edişi

Bir balıkçının fırtınaya kafa tutması demek
İnen perdelerin anlatmak için direndiği
Yükselen uçakların yılmazlığındaki gerçek
Toprak olacak bir ölü tedirginliği
Kirli sularda bir balık gibi zehirlenmek
Ve her şeye rağmen bir gece vakti
Geleceğini kumlara gömmek
Gibi bir şey işte seni sevmek.

Rachel gibi, masum çocuklar uğruna
Bu düzenden iğrenmek
Meryem gibi babasız bir çocuğa can vermek
Hacer gibi kızgın kumlardan rahmet beklemek
Mecnun gibi aklı aşkla devşirmek
Yunus gibi yıldızları yeryüzüne indirmek
Yusuf gibi iffetli
Ali gibi haksızlığa boyun eğmemek
Sabretmek.
“Yağmur” aşkına sabretmektir çünkü seni sevmek.

Tamirci çırağı gibi koşmayı erken öğrenen 

Tırnakları arasındaki siyahları sahiplenmek
Akşam eve dönüşlerin huzuru
Alın teriyle takas edilmiş bir bayat ekmek
Bayramlık ayakkabıların sevinci
Ve bakmak çok özellikli telefon vitrinlerine
Kir pas içinde sevilenin sokağından geçememek
Usta: “Aferim!” desin yeter
Kayıtsız şartsız güzel günlere iman etmek
Gibi bir şey işte seni sevmek 






7 Mayıs 2012 Pazartesi

PORTRE



Ben; bir işgalciyim, beyaz bir tuvale hükümran…
Soluk renklere peşkeş çekilmiş maviliğim.
Yanaklarımdaki utancın yerinde bir renk; ki yavan…
O kadar yapmacık ki dağınıklığı saçlarımın;
Bakışlarımın keskinliği bir koca yalan…
Sistemin eleğinde budanmış hep dallarım.
Ömrümce toprağa kök salmışlara imrendim.
Ben: sıradan bir tutunamayan…

Ben içi boş bir şiirim, hiçbir şey anlatmayan…
Bir mısranın tekrarından ibaret dörtlüklerim,
Her daim yarım kafiye barındıran…
Sesimin titrediğini sanmayın sakın!
Hakkıyla dert edinmiş değilim çocukları,
Toprağa dönüşecek kadar dahi bir bedeni olmayan.
Sözcüklerden bir medeniyet kurmaya çalıştım.
Ben: boğazım düğümlenmeden rahatça konuşan…

Ben bir nefsim, et ve kemikle bezenmiş…
İrademi alıp götüren rüzgârı hatırlamam.
Geceleyin hep bir uyanış beklerim,
Yüzümü aydınlatan şimşek, adımı haykıran sema,
Ve içimi ürperten bir kâbustan.
İhanetimin en fecisi kendimedir;
Umarsız bir yürüyüşle bastırdığım,
“Boş”luğumda beliren sancıdan gebe kalan.
Korkumdan hep sığ sulara kulaç attım!
Ben: hakikati, okyanusları aşmak sanan
Ben: nefes alıp vermeyi yaşamak sanan…