21 Aralık 2013 Cumartesi

ŞİZOFRENİ NÖBETİ – 2


“Son mektubunda,
nasip olur da kavuşursak demişsin”li yıllarda
Daha coğrafi 
Ve daha masumdu kızlar, hatırlasana;
İsveç, Norveç, Danimarka,
Belçika Belçika, Hollanda…
Hep merak etmişimdir:
Neden Belçika iki defa? 
Ve nerededir onca işçimizi sömüren Almanya? 

Aynı ve gerçek bir duaya âmin diyebilmek bile,
Ortak bir noktadır platonik aşığa.
Platonik, Fransızca ve soğuk bir kelime…
Divânda, “Bülbül” diyorduk oysa ona… 
Ne ince… Öyle değil mi? Ne âlâ…
“Gül” de pas vermedi bilmem kaç yüzyıl boyunca.
Ondandır hayranlığımız “Dar alanda kısa paslaşmalara”. 
Bu mısranın sonunu,
“Sevgilim” diye bitirebilirdim;
Şiir ya bu sonuçta?

Ben mektup deyince,
Okuma yazma bilmeyen adamların,
Utangaç yüzleri ve devlet dairesi kelimeleri düşüyor aklıma.
Buna inan, subliminal bir mesajdır,
“Pul koleksiyonumu görmek ister misin?”
Kemal Sunal filmlerindeki üçkâğıtçı adamların 
Hep sakallı - hacı-hoca olduğunca. 

“Hayran olmak” neresinde durur aşkın? 
Bir uzaklık, bir resmiyet,
Barikatlar, korumalar… 
Ve duvarlara asılı birkaç ergen posteri diyorum işte,
Anlasana… 
Matematiğin cevap veremediği şey,
Buysa eğer;
Sekülerizmi rafa kaldıracaksa Batı,
Ört sen yine saçlarını da
Amfileri inletelim,
“Aşk vardır Sayın Profesör!” çıkışıyla.

Hem bize ne oluyor anlamış değilim
Satacak bir şeyimiz yoksa
Bizden zengini yok demektir. 
Biliyorum,
Yengeler hep en pahalı oturma gruplarına göz diker
Ve her hala:
“Çocuk doğunca aşk ölür kızım,
Sakın aldanma!” 
Bak yine, bankamatik kartı kakalamaya çalışan 
Mini etekli kızlar geldi aklıma 
Ben kitap aralarına sıkıştırılmış papatyalar diyorum
Reklamcılarsa,
Düşük faizli krediler hazırlıyor bayrama.
Veyl olsun o halde,
Veyl olsun işte kapitalist tüm babalara.
Ve gerçekten de sigortalı bir işin yoksa,
İnanmıyor maalesef kimsecikler aşka. 

- Enes CAHAN -

2 Kasım 2013 Cumartesi

PAPATYA DURAĞI

Uzak; bir “tokat” gibi süzüldü yanağımdan
Aşk; kocaman ve haki,
Kesik bir servi kadar…
Fakat ölü ve dağ gibi yatıyor yerde.
İnanmadık bir türlü,
Ölülerin şahitliğine inanamadık işte! 
Kan kokulu avuçlara hapsoldu kelebekler:
Hepsi bir parça benden, 
Işığına semazen…
Üşüştü gözlerime virane gecekondular,
Bir buldozer önüne fırladım yalın ayak,
Mazeret darağacı...
Ellerin acımasız kaygan bir sicim kadar...
Ve politik infazdır;
Umarsızca bir anda çekip giden kadınlar!
Her gece,
Ama her gece bir kez daha deliriyorum hatta,
Çünkü her aşk illa ki yenilir Sonbahar’a…

Bir dağ yolu, bir viraj, bir köy evi yukar’da
Alamut’un cenneti işte burası dedik
-Ki o gün,
Aynı bahçenin sırıtan çiçekleriydik-
Ben o şaşkın ve hırçın Zigana yağmurunun,
Saçlarını okşayışını dahi kıskanıyordum.
Gülüşünde bisiklete kavuşunca çocuklar,
Ben seninle aynı devrimde vurulmak istiyordum!
Solsun tüm papatyalar.
Dudağın kuru kalsın.
Tüm o kevaşe güller renklerinden utansın!
Hanidir bilmediğim,
Bir dünya ki bambaşka?
Ne oldu yeminlere, kim pusu kurdu aşka?
Bu papatya durağı:
Gizemli bir hikâye…
Bir anı ki ur gibi cellat oldu beynime.
Her gece;
Ama her gece bir kez daha deliriyorum hatta,
Çünkü her aşk illa ki yenilir Sonbahar’a…

- Enes CAHAN -

18 Eylül 2013 Çarşamba

SUSMAK SANATI – 2

Hiç konuşmadan otursak olmaz mı? 
Rüzgarda savrulsa saçların da, 
Bir narçiçeği naifliğinde sussan…
Ben, kirpiklerine sıkı sıkıya tutunmuş,
Islak anılarda boğulsam…
Nefesin yüzüme değerse,
Yani diyorum ki yakınsak o kadar,
Kuru bir bozkır havasını emer gibi
Ciğerlerimi senle doldursam.
Ellerini tutmaksa ciddi bir meseledir:
Acemi bir gazetecinin
Eğreti aksanı ve titrek sesi,
Bir köylü goncasının ilk dansı,
Ligin en genç futbolcusunun,
Dizkapaklarına hücum eden ilk iki dakikası…

Hani hayat kısadır diyorlar ya,
İnanmak gerekir mi buna bilmem?
Şimdilik konuşmasak da biz,
Sonbahar yağmurlarını kucaklasak.
Bir okul arkası patikasında karşılaşsak da,
Geçmişin izlerinden hatıralar toplasak.
Çöpçülerin belası yapraklar solmadan,
Yönünü şaşırmadan mevsim rüzgarları,
Köylümüz henüz çıkmamışken tarladan,

Biz, otursak sadece...
Hiç konuşmadan...


Sen dur olduğun yerde ya da.
Yürürüm sadece ben, kısalır yine mesafeler.
Ama bırak da gurura kafa tutalım!
Neşter gibi budadıysa içimizi kelimeler,
Öznelere, yüklemlere sataşalım!
Yeni bir dil yaratsın bakışlarımız da, 
Biz, hiç konuşmadan anlaşalım...


- Enes CAHAN -

17 Eylül 2013 Salı

SUSMAK SANATI

Hayat: Tehlikeli bir oyun oynamaktır
Akşam Ezanı’ndan sonra
Evde olmayan cesur çocuklar gibi
Biraz asi, aykırı biraz
İçindeki ürpertiyi iliklerine kadar hissedip
Korkusuzca bakışlar atmak
Bir sonbahar sağanağı altında
Çamurdan insanlar yaratmak

Gürleyen göğe, yürek ağızda
Elleri en yukarıya kaldırıp bakmak
Susmak
Suçluluğu katileşmiş
Masum bir çocuk gibi susmak

Hayat: Bir dengesizlik meselesidir
Konuştukça pespaye
Sustukça anlaşılır olmak
Ve bir ihanet silsilesi ardından
Tehlikeli oyunlar oynamaya başlamak
Her gün bir kez daha yenilmekten korkmadan
Bütün sorulanları karşılıksız bırakmak


- Enes CAHAN - 

9 Haziran 2013 Pazar

3 VİRGÜL 14


Buğulanmış geçmişte aranıyorsa yüzler;
Gitti demektir biri,
Anlamını yitirecektir tüm bekleyişler!
Hesap yarımdır şimdi, vakit gece…
Satır arası mana biçare…
Yoruluverir bir anda insan,
Dayak yemiş gibi hem de…
Cinnettir bir sonraki durak!
Virgül sonrası bu hesap,
Bu devir,
Bu döngü,
Bu çember:
Bir uyuşma halidir;
Beyinde akıp gider…
3:14’e saplandığında vakit,
Saatler zamanı yuvarlayabilmek ister!

Uslu bir çocuk olduğunda,
Şirinleri görebileceğini ummak:
Yarıçap gibi,
Yarım yamalak…
Esamen okunmadan,
Kale alınmadan konuşmak!
Sonra, işte yorulur insan…
Günde 14 saat ayakta beklemiş gibi hem de…
Buğzetmeyi  bilmiyorsa;
Ne küfürler geçiyordur belki de içinden,
Ne özlemler…
Bekleyişler… Sendeleyişler… Bekleyişler…
Yaşıyoruz işte bir şekilde deyişler…
Bir gülüşle sona erecek,
Geceden devşirilmiş gündüzler.

Yarım kalmış “seksen yıllık sevgiler” adına.
Belki de adam akıllı bir şey,
Hiçbir zaman yazılamayacak!
Pi sayısı gibi tamamlanamayan ne varsa,
Her daim, gideni hatırlatacak!

- Enes CAHAN -

21 Mayıs 2013 Salı

.....


Yırtılmış mektupların gölgesinde aradım,
Kana kesmiş gözlerde belirginleşen izi.
Nehirler üzerinde gezindi durdu adım,
Sorup soruşturdum hep tanıyan yoktu bizi.

Seyrelmiş bulutlardan bir yüz çizdim ki sana,
Yüzüme düşen damla kutsasın şu tenimi.
Kelepçelenmiş elim, kan revan anlasana!
Eter kokan bir gülüş kemirir bedenimi.

Ellerin, bir kâbus gibi çöktü uykularıma.
Kapı altı ışıklar söndürdü geceleri.
Ruhumda demirlemiş fırtınaya aldanma!
Menzil uzak, bu gemi taşımaz heceleri.

Mezar dinginliğinde akıp gidiyor zaman.
Sözlerin üzerinde gezinir heyulalar.
Bir efsunlu seyahat ve kayboluyor mekân...
Ruhumu fırtınalar hangi girdaba salar?

Rezil bir bekleyiş ve topyekûn bir atalet,
Debelenen zihnimi yakalıyor kıskıvrak.
Bir zindan karanlığı, ruhu teslim bir ceset,
Aşkın darağacından her gün arda kalacak!

A
cıdır tebessümün dirilen anılarda.
Yarım kalınca hayal, çekiliverir tetik.
Gözlerim gözlerinde bir intihar arar da;
Yokluğunda yaşamak ölümdür çentik çentik!

- Enes CAHAN - 

15 Mayıs 2013 Çarşamba

ŞİZOFRENİ NÖBETİ

Ben sana cennet vaat etmedim!
Tanrı da öyle… 
Hepimiz öleceğiz, 
Bunu biliyor olman gerek, uzun vadede.
O halde sesini çıkarma, bırak!
Müdahale etsin hayatımıza devlet,
Keynes "gey"miş diyorlar, duydun mu bilmem!
Serseri bir adama kaçıvermiş komşunun kızı:
Ne büyük hezimet.
Hadi şimdi bırakalım bunları da,
Ne kadar terbiyesiz olduğumdan bahset!
Her zaman yaptığın gibi
Ne kadar çirkin olduğumdan…
Romantik iki anarşist olsak?
Korkma, düzenek nedir bilmem,
Uçuramam havaya başkasını hayallerimden!
Ama kime anlatıyorum?
Sokak köpeği olmadın ki hiç sen.
Hiç iktisat çalışmadın ki.
Çünkü senle hep sevişmek istediler.
O halde oturup aşkın tanımını yapalım.
İki çay söyleriz fazlasını unut.
Çay bahçesi burası gerekmez pipet.


Bak klâs bir laf edeceğim şimdi, dinle.
Edeyim ki aklıma da müdahale etsin devlet.
Özgürlük dediğin şeyin içini kim dolduruyor?
Ben öpüşmeyi bile beceremiyorum,
İçim boşaltılmış romantizm nedir bilmem.
Yine de doyumsuzum,
Banka hortumlamam şart, istemeyerek
Ve benim de birileri kulağımı çekmesi gerek
Benim hiç yaz sevişmelerim olmadı,
O zaman aşkıma da karışsın devlet!
Öğretsin bütün kamu kurum ve kuruluşları
Öğretsin bana, neymiş bu meret!

Ben kimseye Cennet vaat etmedim.
Kimse de öyle.
Hepimiz ölüyoruz birer ikişer,
“Yirmi iki” kişi kavga ederken.
Spartacus sen ol tamam, o da kabul.
Zaten benim gönlüm her zaman yenilenden…
Ama sonunda biliyorsun ki kan dökülecek
Midemiz bulansa da 
Mışıl mışıl…
Hayatımızı çaldılar,
Usul usul...
Yemin ederim ki orospu çocuğu değiliz biz;
Yapma bunu lütfen!
Çevir şu sansürlü gazete sayfasını.
At elinden artık şu felsefe kitabını
Kim kime tecavüz etmiş ondan haber ver!
Dekolteler, frikikler ve Sex and the City’ler…
Baksana bomba yağıyor başlarımıza,
Daha değil ki, saat erken?
Katılıyorum sana,
Zaman alır bu adına demokrasi denilen.

Sandıklara ne zaman sokuldu ki halklar?
En son tıkılan mı birinci çıkar sandıktan?
Saatler “iki bin elli üç”ü gösterdiğinde,
Bekle ve gör, Ay’a pikniğe gideceğiz
Kayıt altına alınsın, lütfen.
Osasuna ve ender gelişen karşı ataklar…
Komplo bunların hepsi, “fotoşop” bunlar!
Bu değil, bu da değil, bu hiç değil!
Anlamıyorsun ki beni!
Ben hiç ata binmedim diyorum.
Evet, ben hiç işe gitmedim, biliyorum.
Hem Keynes de öldü sonra.
Bırakınız yapsınlar,
Bırak işte, bırak, geçsinler!
Biber gazı kokulu nice güneşli günler.
Düşün, tüm bir beynin kıvrımlarına kadar
Düşün, yoksa onu da yasaklayacaklar

Hala inanmıyorsun değil mi?
Hayatıma müdahale ediyor diyorum devlet.
Oysa ben daha öpüşemedim bile.
Kredi kartından taksit taksit çek.
"on iki" olsun, artı dörtle "on altı"...
Bir üstü tecavüz edilebilme yaşı.
Çünkü sesler yükseliyor tribünlerden:
“Rıza” transfer edilmeli.
Şampiyonluk için Avrupa için şart kadro değişimi.
Unutmadan; ölmüş yine Tuzla'da işçiler,
Çökmüş yine Zonguldak'ta maden.
Ne garip!
Hem de şampiyonluğu göremeden.

- Enes CAHAN -