21 Aralık 2013 Cumartesi

ŞİZOFRENİ NÖBETİ – 2


“Son mektubunda,
nasip olur da kavuşursak demişsin”li yıllarda
Daha coğrafi 
Ve daha masumdu kızlar, hatırlasana;
İsveç, Norveç, Danimarka,
Belçika Belçika, Hollanda…
Hep merak etmişimdir:
Neden Belçika iki defa? 
Ve nerededir onca işçimizi sömüren Almanya? 

Aynı ve gerçek bir duaya âmin diyebilmek bile,
Ortak bir noktadır platonik aşığa.
Platonik, Fransızca ve soğuk bir kelime…
Divânda, “Bülbül” diyorduk oysa ona… 
Ne ince… Öyle değil mi? Ne âlâ…
“Gül” de pas vermedi bilmem kaç yüzyıl boyunca.
Ondandır hayranlığımız “Dar alanda kısa paslaşmalara”. 
Bu mısranın sonunu,
“Sevgilim” diye bitirebilirdim;
Şiir ya bu sonuçta?

Ben mektup deyince,
Okuma yazma bilmeyen adamların,
Utangaç yüzleri ve devlet dairesi kelimeleri düşüyor aklıma.
Buna inan, subliminal bir mesajdır,
“Pul koleksiyonumu görmek ister misin?”
Kemal Sunal filmlerindeki üçkâğıtçı adamların 
Hep sakallı - hacı-hoca olduğunca. 

“Hayran olmak” neresinde durur aşkın? 
Bir uzaklık, bir resmiyet,
Barikatlar, korumalar… 
Ve duvarlara asılı birkaç ergen posteri diyorum işte,
Anlasana… 
Matematiğin cevap veremediği şey,
Buysa eğer;
Sekülerizmi rafa kaldıracaksa Batı,
Ört sen yine saçlarını da
Amfileri inletelim,
“Aşk vardır Sayın Profesör!” çıkışıyla.

Hem bize ne oluyor anlamış değilim
Satacak bir şeyimiz yoksa
Bizden zengini yok demektir. 
Biliyorum,
Yengeler hep en pahalı oturma gruplarına göz diker
Ve her hala:
“Çocuk doğunca aşk ölür kızım,
Sakın aldanma!” 
Bak yine, bankamatik kartı kakalamaya çalışan 
Mini etekli kızlar geldi aklıma 
Ben kitap aralarına sıkıştırılmış papatyalar diyorum
Reklamcılarsa,
Düşük faizli krediler hazırlıyor bayrama.
Veyl olsun o halde,
Veyl olsun işte kapitalist tüm babalara.
Ve gerçekten de sigortalı bir işin yoksa,
İnanmıyor maalesef kimsecikler aşka. 

- Enes CAHAN -

2 Kasım 2013 Cumartesi

PAPATYA DURAĞI

Uzak; bir “tokat” gibi süzüldü yanağımdan
Aşk; kocaman ve haki,
Kesik bir servi kadar…
Fakat ölü ve dağ gibi yatıyor yerde.
İnanmadık bir türlü,
Ölülerin şahitliğine inanamadık işte! 
Kan kokulu avuçlara hapsoldu kelebekler:
Hepsi bir parça benden, 
Işığına semazen…
Üşüştü gözlerime virane gecekondular,
Bir buldozer önüne fırladım yalın ayak,
Mazeret darağacı...
Ellerin acımasız kaygan bir sicim kadar...
Ve politik infazdır;
Umarsızca bir anda çekip giden kadınlar!
Her gece,
Ama her gece bir kez daha deliriyorum hatta,
Çünkü her aşk illa ki yenilir Sonbahar’a…

Bir dağ yolu, bir viraj, bir köy evi yukar’da
Alamut’un cenneti işte burası dedik
-Ki o gün,
Aynı bahçenin sırıtan çiçekleriydik-
Ben o şaşkın ve hırçın Zigana yağmurunun,
Saçlarını okşayışını dahi kıskanıyordum.
Gülüşünde bisiklete kavuşunca çocuklar,
Ben seninle aynı devrimde vurulmak istiyordum!
Solsun tüm papatyalar.
Dudağın kuru kalsın.
Tüm o kevaşe güller renklerinden utansın!
Hanidir bilmediğim,
Bir dünya ki bambaşka?
Ne oldu yeminlere, kim pusu kurdu aşka?
Bu papatya durağı:
Gizemli bir hikâye…
Bir anı ki ur gibi cellat oldu beynime.
Her gece;
Ama her gece bir kez daha deliriyorum hatta,
Çünkü her aşk illa ki yenilir Sonbahar’a…

- Enes CAHAN -

18 Eylül 2013 Çarşamba

SUSMAK SANATI – 2

Hiç konuşmadan otursak olmaz mı? 
Rüzgarda savrulsa saçların da, 
Bir narçiçeği naifliğinde sussan…
Ben, kirpiklerine sıkı sıkıya tutunmuş,
Islak anılarda boğulsam…
Nefesin yüzüme değerse,
Yani diyorum ki yakınsak o kadar,
Kuru bir bozkır havasını emer gibi
Ciğerlerimi senle doldursam.
Ellerini tutmaksa ciddi bir meseledir:
Acemi bir gazetecinin
Eğreti aksanı ve titrek sesi,
Bir köylü goncasının ilk dansı,
Ligin en genç futbolcusunun,
Dizkapaklarına hücum eden ilk iki dakikası…

Hani hayat kısadır diyorlar ya,
İnanmak gerekir mi buna bilmem?
Şimdilik konuşmasak da biz,
Sonbahar yağmurlarını kucaklasak.
Bir okul arkası patikasında karşılaşsak da,
Geçmişin izlerinden hatıralar toplasak.
Çöpçülerin belası yapraklar solmadan,
Yönünü şaşırmadan mevsim rüzgarları,
Köylümüz henüz çıkmamışken tarladan,

Biz, otursak sadece...
Hiç konuşmadan...


Sen dur olduğun yerde ya da.
Yürürüm sadece ben, kısalır yine mesafeler.
Ama bırak da gurura kafa tutalım!
Neşter gibi budadıysa içimizi kelimeler,
Öznelere, yüklemlere sataşalım!
Yeni bir dil yaratsın bakışlarımız da, 
Biz, hiç konuşmadan anlaşalım...


- Enes CAHAN -

17 Eylül 2013 Salı

SUSMAK SANATI

Hayat: Tehlikeli bir oyun oynamaktır
Akşam Ezanı’ndan sonra
Evde olmayan cesur çocuklar gibi
Biraz asi, aykırı biraz
İçindeki ürpertiyi iliklerine kadar hissedip
Korkusuzca bakışlar atmak
Bir sonbahar sağanağı altında
Çamurdan insanlar yaratmak

Gürleyen göğe, yürek ağızda
Elleri en yukarıya kaldırıp bakmak
Susmak
Suçluluğu katileşmiş
Masum bir çocuk gibi susmak

Hayat: Bir dengesizlik meselesidir
Konuştukça pespaye
Sustukça anlaşılır olmak
Ve bir ihanet silsilesi ardından
Tehlikeli oyunlar oynamaya başlamak
Her gün bir kez daha yenilmekten korkmadan
Bütün sorulanları karşılıksız bırakmak


- Enes CAHAN - 

9 Haziran 2013 Pazar

3 VİRGÜL 14


Buğulanmış geçmişte aranıyorsa yüzler;
Gitti demektir biri,
Anlamını yitirecektir tüm bekleyişler!
Hesap yarımdır şimdi, vakit gece…
Satır arası mana biçare…
Yoruluverir bir anda insan,
Dayak yemiş gibi hem de…
Cinnettir bir sonraki durak!
Virgül sonrası bu hesap,
Bu devir,
Bu döngü,
Bu çember:
Bir uyuşma halidir;
Beyinde akıp gider…
3:14’e saplandığında vakit,
Saatler zamanı yuvarlayabilmek ister!

Uslu bir çocuk olduğunda,
Şirinleri görebileceğini ummak:
Yarıçap gibi,
Yarım yamalak…
Esamen okunmadan,
Kale alınmadan konuşmak!
Sonra, işte yorulur insan…
Günde 14 saat ayakta beklemiş gibi hem de…
Buğzetmeyi  bilmiyorsa;
Ne küfürler geçiyordur belki de içinden,
Ne özlemler…
Bekleyişler… Sendeleyişler… Bekleyişler…
Yaşıyoruz işte bir şekilde deyişler…
Bir gülüşle sona erecek,
Geceden devşirilmiş gündüzler.

Yarım kalmış “seksen yıllık sevgiler” adına.
Belki de adam akıllı bir şey,
Hiçbir zaman yazılamayacak!
Pi sayısı gibi tamamlanamayan ne varsa,
Her daim, gideni hatırlatacak!

- Enes CAHAN -

21 Mayıs 2013 Salı

.....


Yırtılmış mektupların gölgesinde aradım,
Kana kesmiş gözlerde belirginleşen izi.
Nehirler üzerinde gezindi durdu adım,
Sorup soruşturdum hep tanıyan yoktu bizi.

Seyrelmiş bulutlardan bir yüz çizdim ki sana,
Yüzüme düşen damla kutsasın şu tenimi.
Kelepçelenmiş elim, kan revan anlasana!
Eter kokan bir gülüş kemirir bedenimi.

Ellerin, bir kâbus gibi çöktü uykularıma.
Kapı altı ışıklar söndürdü geceleri.
Ruhumda demirlemiş fırtınaya aldanma!
Menzil uzak, bu gemi taşımaz heceleri.

Mezar dinginliğinde akıp gidiyor zaman.
Sözlerin üzerinde gezinir heyulalar.
Bir efsunlu seyahat ve kayboluyor mekân...
Ruhumu fırtınalar hangi girdaba salar?

Rezil bir bekleyiş ve topyekûn bir atalet,
Debelenen zihnimi yakalıyor kıskıvrak.
Bir zindan karanlığı, ruhu teslim bir ceset,
Aşkın darağacından her gün arda kalacak!

A
cıdır tebessümün dirilen anılarda.
Yarım kalınca hayal, çekiliverir tetik.
Gözlerim gözlerinde bir intihar arar da;
Yokluğunda yaşamak ölümdür çentik çentik!

- Enes CAHAN - 

15 Mayıs 2013 Çarşamba

ŞİZOFRENİ NÖBETİ

Ben sana cennet vaat etmedim!
Tanrı da öyle… 
Hepimiz öleceğiz, 
Bunu biliyor olman gerek, uzun vadede.
O halde sesini çıkarma, bırak!
Müdahale etsin hayatımıza devlet,
Keynes "gey"miş diyorlar, duydun mu bilmem!
Serseri bir adama kaçıvermiş komşunun kızı:
Ne büyük hezimet.
Hadi şimdi bırakalım bunları da,
Ne kadar terbiyesiz olduğumdan bahset!
Her zaman yaptığın gibi
Ne kadar çirkin olduğumdan…
Romantik iki anarşist olsak?
Korkma, düzenek nedir bilmem,
Uçuramam havaya başkasını hayallerimden!
Ama kime anlatıyorum?
Sokak köpeği olmadın ki hiç sen.
Hiç iktisat çalışmadın ki.
Çünkü senle hep sevişmek istediler.
O halde oturup aşkın tanımını yapalım.
İki çay söyleriz fazlasını unut.
Çay bahçesi burası gerekmez pipet.


Bak klâs bir laf edeceğim şimdi, dinle.
Edeyim ki aklıma da müdahale etsin devlet.
Özgürlük dediğin şeyin içini kim dolduruyor?
Ben öpüşmeyi bile beceremiyorum,
İçim boşaltılmış romantizm nedir bilmem.
Yine de doyumsuzum,
Banka hortumlamam şart, istemeyerek
Ve benim de birileri kulağımı çekmesi gerek
Benim hiç yaz sevişmelerim olmadı,
O zaman aşkıma da karışsın devlet!
Öğretsin bütün kamu kurum ve kuruluşları
Öğretsin bana, neymiş bu meret!

Ben kimseye Cennet vaat etmedim.
Kimse de öyle.
Hepimiz ölüyoruz birer ikişer,
“Yirmi iki” kişi kavga ederken.
Spartacus sen ol tamam, o da kabul.
Zaten benim gönlüm her zaman yenilenden…
Ama sonunda biliyorsun ki kan dökülecek
Midemiz bulansa da 
Mışıl mışıl…
Hayatımızı çaldılar,
Usul usul...
Yemin ederim ki orospu çocuğu değiliz biz;
Yapma bunu lütfen!
Çevir şu sansürlü gazete sayfasını.
At elinden artık şu felsefe kitabını
Kim kime tecavüz etmiş ondan haber ver!
Dekolteler, frikikler ve Sex and the City’ler…
Baksana bomba yağıyor başlarımıza,
Daha değil ki, saat erken?
Katılıyorum sana,
Zaman alır bu adına demokrasi denilen.

Sandıklara ne zaman sokuldu ki halklar?
En son tıkılan mı birinci çıkar sandıktan?
Saatler “iki bin elli üç”ü gösterdiğinde,
Bekle ve gör, Ay’a pikniğe gideceğiz
Kayıt altına alınsın, lütfen.
Osasuna ve ender gelişen karşı ataklar…
Komplo bunların hepsi, “fotoşop” bunlar!
Bu değil, bu da değil, bu hiç değil!
Anlamıyorsun ki beni!
Ben hiç ata binmedim diyorum.
Evet, ben hiç işe gitmedim, biliyorum.
Hem Keynes de öldü sonra.
Bırakınız yapsınlar,
Bırak işte, bırak, geçsinler!
Biber gazı kokulu nice güneşli günler.
Düşün, tüm bir beynin kıvrımlarına kadar
Düşün, yoksa onu da yasaklayacaklar

Hala inanmıyorsun değil mi?
Hayatıma müdahale ediyor diyorum devlet.
Oysa ben daha öpüşemedim bile.
Kredi kartından taksit taksit çek.
"on iki" olsun, artı dörtle "on altı"...
Bir üstü tecavüz edilebilme yaşı.
Çünkü sesler yükseliyor tribünlerden:
“Rıza” transfer edilmeli.
Şampiyonluk için Avrupa için şart kadro değişimi.
Unutmadan; ölmüş yine Tuzla'da işçiler,
Çökmüş yine Zonguldak'ta maden.
Ne garip!
Hem de şampiyonluğu göremeden.

- Enes CAHAN -

4 Mayıs 2013 Cumartesi

KORKUM GÖZLERİMDEN OKUNURKEN

Uzaklardayım senden,
Ellerim ellerinden uzak

En derin duygulardayım,
Hasretin yüreğimden damlarken
Gözlerimden nedensiz ağlayışlar eksik olmazken
Umutlarımı ararken,
Sensizlik köşe başında tuzak
Korkum okunurken gözlerimden;
Sen benden ben senden uzak.

Yalnızlık biçer umutlarımı,
Yüzün çıkmazken düşlerimden
İçimde sana sakladığım cümleler teker teker dökülürken
Ağzımda yokluğunun acısı,
Zehir misali, içime akarken
Biterken hayatım,
Senden çok uzaklarda biterken
Sen benden ben senden uzak;
Korkum gözlerimden okunurken

7 Nisan 2013 Pazar

HERKES ERTESİ GÜN ÖLÜR

Saatler hep düşmandır,
İhanete uğradığını fark ettikten sonra.
Bakışlarının ne manaya geldiğini bilemem ben.
Dünyanın en güzel kadını değilsen.
Başımdaki huniyi göremezsen tüm çocuklar delirecek!
Emniyet amiri değilim,
Kimseyi tehdit edemem.
Beni hediyelik eşya dükkânından çıkartman gerek,
Kocaman bir filim ben!

Ama herkes ertesi gün ölür,
Ne olur buna inan!
Tüm takvimler yandaştır
Ve medyatiktir tüm yaprakların arkasına yazılanlar.
Sen konuşmaya başladığında,
Ben saçlarını alevle boyatsam.
Renk körüyüm ben kahretsin!
Siyahla şu gri dediğiniz rengi bir ayırsam…
Beni papatyalara ihanetten yargılayamazsın,
“Beni sadece Tanrı yargılar”mış…
Ölsün bu klişeyi sırtında taşıyanlar!
Oysa herkes ertesi gün ölür!
Ölür herkes bir gün önce onlarla konuşursam.

"TC" MEVZUSUNA DAİR


Sosyal medyadaki kullanıcı adlarının başına "TC" koyarak kamu kuruluşlarındaki tabela değişikliğini eleştirmenin mantığını sorguluyorum iki gündür. Tek bir anayasanın ve tek bir devletin idaresindeki kurumların isimleri başından zaten bilinen ve varlığı hiçbir zaman inkar edilemez bir ibareyi kaldırmanın sakıncalarını düşündüm. Bulamadım şahsi kanaatime göre bir absürtlük. Çünkü bu ülkenin tüm kamu kurum ve kuruluşları Türkiye Cumhuriyeti'ne bağlıdır. Eğer ortada bir şüphe olsaydı bunu belirtmek ihtiyacı doğardı. 

Yani bu şudur: Kanserli bir hastanın "I'm cancer but i'll beat it!" tişörtü giymesi bir aralar modaydı ve bu bir yönüyle hem moral verici hem de doğal bir eğilim olarak kabul edilebilirdi. Bunun tersten okuması da birilerinin "I'm not cancer" tişörtü giymesidir. Ki bu da saçmadır. Çünkü istisnai durum kanser olmaktır. Tırnak içine alınması gereken vurgu yapılması gereken mesele de budur. 

O halde, bilinen ve aksi hiç bir zaman iddia edilmeyecek bir durumun üzerine baba basa vurgulanması saçmadır. Çünkü bu Trabzonspor ambleminin üstüne "Trabzonpor Amblemi" yazmaktır. Her bir kamu kurum ve kuruluşu zaten devletini temsil eder. O nedenle TC ibaresinin oluru ya da olmazı problem değildir bana göre. 

Diğer bir bakış ise kokuşan ve yozlaşan kamu kurum ve kuruluşlarının işlev, yapı ve idaresi açısından hiç bir zaman eleştiri konusu olmamış olmasıdır. Yani bana göre bizim istediğimiz şey "şekil"dir. En basitinden bir meclis, meclis olma özelliğini, bir adamın ağzına bakan 300 küsür milletvekili barındırması ve kralın danışma meclisi haline dönmesiyle mana ve işlev olarak varlığını kaybeder. Adına ister TBMM de ister BMM bu sonraların tartışmasına ancak konu teşkil eder. 

Adaletin olmadığı bir yerde, adalet sarayını havaya uçurmaktır bana göre toplumsal duyarlılık. Çünkü "V" der ki: "Adalet Tanrıçasını havaya uçurarak insanlara bu ülkede neyin yok olduğunu gösterdim!". Eğer kokuşmuş bir sistem ve kurumsallaşma gözümüze gözümüze sokulurken, kurumların dolap içinde dolap dönen koridorlarının rengi ve ismi ise sadece mesele evet TC tartışmasına devam ediniz. Kimseyi yargılamak gibi bir amacım yok. Ancak amacınız gerçek manada bir toplumsal duyarlılık yaratıp başkaldırmak ise gri pijamalarınızı giyip facebook başında klavye şovalyeliği yapmak sadece bir komedi unsurudur. 

Çünkü bana göre bu küçük meseleler, sistemin insanları orgazma uğratıp onları pasifleştirme ve vicdanlarını rahatlatma ya da "gereğini yaptım" düşüncesiyle hayatlarına devam ettirme meselesidir. 

Ki diğer taraftan elime ufak bir araştırma sonucu geçen bir fotoğraf var ki olayın özetidir. Artık insanların refleks tepkileri, maalesef onların kendi öz duyarlılıklarından önde seyrediyor. Yani birey, gerçek manada neye ne amaçla destek verdiğini bilmiyor. Herkes, kafasındaki şahsi amacı doğrultusunda bu olaya/eyleme katılıyor. Fakat totalde bu eylem onu ilk başta ortaya atanların ellerindeki veriyi oluşturuyor. Bireyin amacı A olsa da bunun sunucuları bu sonucu B olarak adlandırabildiği gibi, dolaylı yoldan bireyin amacının da B'ye dönüşmesi hem meşru hem de engellenemezdir. 

Bahsettiği şey şudur:http://www.itusozluk.com/gorseller/facebook+ta+isminin+ba%FE%FDna+tc+koymak/496386

İncisözlük'te canı sıkılan bir yazarın, kendi ifadesiyle "sikertmecilik" oynamasından başka bir şey değil. Bunan inanmıyor olabilirsiniz ama inci sözlüğün başlattığı bu nevi "sikertmelerin" sonuçlarına netten ulaşmanız çok kolaydır. Can Yücel şiirleri meselesi halen daha tazedir. 

Son olarak, toplumsal olarak bir bütün olmak aynı meydanda yumruk kaldırıp aynı biber gazını solumaktır. Sanal ortam tepkileri ise bana göre vicdan orgazmı/tatmini'nden başka bir şey değildir. 

3 Nisan 2013 Çarşamba

YIKILMA SAKIN

Ramazan Başaran kardeşime itafen... 

Kardeşim…

Ellerinden tutamam ki şimdi ben...
Aramızda uçakların bile kısaltamadığı,
Bunca mesafe varken.
Şimdi ben çaresizim,
Acizim şimdi ben!
Tek yapabildiğim,
Başlamaktır bildiğim sureden!
Ama sen sımsıkı sarıl ne olur,
Şu “yalan” dediğin hayata.
Bitmesin,
Gerçekte bu bir oyun olsa da!
Ellerin gevşemesin,
Sık şu zamanı Ali gibi kudretli;
Beni korkutma!
Ne olur!
Ne olur bırakma kendini sakın!
Benim geceleri kıpırdayacak hep dudaklarım…

Kardeşim…
Sözler bazen “hiçbir şey” anlatır!
Ömür denilen bu yolculuk,
Bilinmez hangi durağa kadardır.

Sesinden dinlemiş o en güzel ilahiler hatrına,
Sarıl şu yaşamak denilen meretin boğazına!
Sen ki Resulün tebessümüne olmuştun “bende”
O en güzel rüzgârlar çarpardı yüreklere,
Kardeşim…
Sen güldüğünde!

Dualar… Dualarımız…
Ki yıldızları gökte tutan onlardır!
Pes etme sakın, yakışmaz sana!
Daha oruca hasret nice “Ramazan” vardır!

Kardeşim…
Sözler bazen “hiçbir şey” anlatır!
Sana yollayabileceğim tek şey:
-Affet… -
Dualarımdır! 

2 Nisan 2013 Salı

MANİFESTO

Meymenetsiz tüccarın asık suratı hayat,
Nezaketin beş para etmediği bir handa.
Damarlarında gezer tutuşturulmuş zehir
Genzinde hissettiğin zifir tadından sonra.
Kordan bir demir sanki bakışlarındaki kin...
Kirlendi kirlenecek çocukların elleri.
Sahte kimlik, caka ve pazarlama tekniği,
Cüzdan muhasebesi ve çürümüş bir beyin!
Yollar sana kurtuluş kılınmıştır bir kere.
Hayır! Olmaz! Bu dünya değildir senin dengin!
Ufuklara sevdalı atlar koştur içinde
Çünkü katli vaciptir artık kapitalizmin!

Parsellenmiş topraklar ve mermerden bir mezar…
Rayından çıkarılmış özgürlüğün çığlığı.
Ellerinin kirine kir buladın durmadan,
İzafi bir zamanın artı sonsuzluğunda.
Edindiğin ilahın kitabındaki iman,
Vahşetin sembolüdür üstü iki çizgili.
Sağa sola kırpılan bir çift gözden ibaret,
Tuzağı masumların şehvetli vücuttaki.
İçimdeki sızının doruklanma sebebi,
Sistem köleliğidir yaşamak adındaki.
Eğriler üzerinde aradığım doğruda,
Talebin dışındaki değerim ne ki benim?
Ufuklara sevdalı atlar koştur içinde,
Çünkü katli vaciptir artık kapitalizmin.

SEVİLMİŞ BİR GÜZELİN ÜZÜNTÜSÜ


Ne buz dağları, 
Ne kum fırtınaları,
Ne de Muson yağmurları... 
Hiç biri değmedi tenine!
Sen ki;
Kozasında üşüyen acemi bir kelebek... 
Sen ki;
Hayallerden yontulma sıradışı bir gerçek...
Mini minnacık bir kadındın ve ben,
Gölgende sıcağı keşfederdim. 
Kulağıma Nazım şiirlerinden,
Ürkek ürkek gelirdin.

Ne el salladın birinin ardından, 
Ne karakola düştün meydanlardan,
Ne de öğle yemeğine çıkışmadı paran. 
Sen ki;
Soğuk suya el değdirilmemiş...Sen ki;
Tırnakları arasına toprak girmemiş,
Bir kentsoylu goncasıydın. Ve bundan, 
Ben hep küfrederek, 
Bir umutla alın terimi biriktirdim!
Her sene doğum günlerinde,
Dört nala koşan enflasyona yenildim. 
Necip Fazıl’ın ikinci kıt'asıydık:
Ben bekledim,
Vakit geçti,
Gelmedin!

29 Mart 2013 Cuma

BİR VARSAYIMIN ŞİİRİ

Üç mumun etrafında,
Bir sigara yakımlık ateş arıyorsam;
Bir açıklaması olmalı bu ahmaklığın.

Saçların beni çocukluğuma döndürüyor.
İçimde pazar gecelerinin sıkıntısı...
Bir geç kağıdı bahanesi...
Bir büyük adam olmak hayali...

Dermanım yoksa sonu olmayan bu yarışa;
Bir modern toplum züppesi,
Varsın adımı "geri kafalı" koysun!
Rekabetin "r"si dahi bükülemezken,
Sana bir mumun dumanıyla sesleneceğim,
Haberin olsun...

27 Mart 2013 Çarşamba

DÜŞ

Aramızda perdeler,
Aramızda birazdan tutuşacak mesafeler…
Renksizdik bir silüet gibi, tatsız…
Ve alabildiğine manasız…
Sonra yitirdik özneleri,
Bir dönemeçte ansızın çarpışır gibi. 
Kitaplarımız yoktu, yere düşmedi. 
Bütün bu pembe kesitler,
Türk filimlerindendi…

Sustum ben,
Hiçbir zaman yapamayacağım kadar.
Konuştum sonra, 
Adına denilirse konuşmak.
Oysa ne çok eksik vardı 
Düğüm düğüm, boğazımda, sarkaç sarkaç…
“Alak” gibi ve muallak!
Fazla ne çok şey vardı işte;
Ette, kemikte, gerçekte, düşte.

Aramızda imgeler,
Aramızda gönül lehçesine yabancı kelimeler…
Hüzünler de sarıydı,
Sarıydı gülüşmeler.
Yoklandı hatıralar.
Vakit pek geçmiş değil!

Saçların gezinir damarımda,
Kana kesmiş, bir barutla ateşlenir.
Ben sarhoştum ki sana! 
Nerden baksan onbinyüzmilyon promil…
Şimdi, kışını yaşıyorduk,
Geçmiş bir zaman diliminin.

Benim tereddütlerim peltekliğimdendi:
Bir türlü “s”lere dönmedi dilim!
Onca hikâye anlattım,
Koşarcasına yürüyen kim varsa.
Ne dedimse olmadı, dinletemedim.
Bütün hikâyelerin kızı sen, erkeği bendim.
Şimdi iki yabancı,
Şimdi üç-beş sefilim…
Bir hayalin ardında,
Kendimin kefiliyim…

Düş sanalım bunu biz:
Görüldü ve aldandık!
Bir sigara içimlik zamanın kıskacında,
Uyuduk ve uyandık!
En hey’canlı yerinde,
Sevdiğimiz dizinin,
Yalnız, uyuya kaldık!