27 Şubat 2011 Pazar

Yaratan Rabbin Korkusuyla Yaz

“Yaz!” dedi. “Hiçbir şey yapmıyorsun, bari yaz. Madem ki anlaşılmadığını iddia ediyorsun; işte kalem, işte kağıt… İşte hasret, işte gurbet, işte özlem, işte nefret, işte yalnızlık, işte sapkınlık, işte haksızlık… İşte korku, işte acı, işte sevgi, işte kibir, işte nefis, işte kin… İşte bir ruh ki canından bezgin… “Yaz” dedi bana, “Ne duruyorsun? İşte el, işte kalp, işte dil, işte zihin…”

“Korkma!” dedi. “Seni bu gün kelimelere hükümran kıldık. Sen yaz da anlamını tamamlarız biz. Dök içini, gözyaşların dökülmesin yeter ki. Rüya kapıların artık aydınlığa açılsın. Mutlu yüzler gör, ışıldayan gözler gör, kâbuslarından kurtul yeter ki!”

Yazdım. Aslında ben yazmadım. “Yazıl!” dedi, bir bir düştü satırlar kâğıda. O an anladım ki bir fiyakası yok susmanın. İçime atıp biriktirdiklerim yazıldı. Kapayamadığım, koparıp atamadığım sayfalar yazıldı. Heba olmuş bunca yıllık bir ömür yazıldı. Hesap günü pek de uzak değil, mutlak son elbette ki çok yakındı.


Üzerine kalem çekilmiş hayaller de yazıldı, kalbi nokta nokta kirleten günahlar da… Zehir olup dilden düşen gıybetler de yazıldı, gözleri ışıldatan umutlar da... Edilmiş dualar, beddualar, itiraflar… En çok da küfürlerle günahlar yazıldı.

O “Yaz!” dedi, ben kağıda sürüp durdum kalemi. Bir bir, bir hayat yazıldı. Bir ömür yazıldı. Kâğıda baktım, bembeyazdı. Boş, beyaz bir sayfaya sadece bir “boşluk” yazıldı. Yazıktı!
“Anlat” dedi “hünkârım!” bağırdı. O bağırdı, ben korktum. “Hünkâr kuldan korkar mı?” dedi. “Hep korktun da ne oldu? Tamam, o halde korkularını yaz.” dedi. “Seni bir gün anlayabilmek umuduyla sana sabredenler için, senin iyi bir insan olduğuna dair inancı olanlar için, yürüdüğün bu çetrefilli yolda sana el verenler için yaz!” dedi.

“Kaybedeceğini düşündüğün imtihanları yaz. Yaşayacağına inancının olmadığı yılları yaz. Seni bir gün ansızın terk edeceğini düşündüğün insanları yaz. Hiçbir işe yaramaz hallerinden kutulamayacağın korkusunu yaz. Pişmanlıktan içine ateş düşecek günlerin yakınlığını da yaz. En çok da bu koca şehri yaz.”

“Anlatsana” dedi “hünkârım!”, titredi sesi. İçim acıdı. “Hünkâr bu kadar yufka yürekli olur mu?” dedi. “Hep acıdın da ne oldu? Tamam, o halde acılarını yaz.” dedi. “Düşünme artık bunları! Bırak, umursamasın kimse! Bırak, anlamasın, üstüne alınmasın kimse ama sen yine de yaz!” dedi.

“İlk terkedilişini, hatta aldatılışını yaz. Yazsana, kimden korkuyorsun böyle? O kızı yaz işte! Sonra sana sırtını dönen arkadaş(!)larını yaz. Bu şehri, aynı cümleleri kursan da olur, bir daha yaz. İşsiz güçsüz, parasız pulsuz, yapayalnızken kendini asalak bildiğin günleri yaz. İstemediğin halde sana bildirilmiş ölüm haberlerini yaz. Hadi, gücün yetiyorsa ölüm üzerine yaz. Hatta buluyorsan o gücü kendinde başlı başına yaşamak üzerine yaz!”
“Anlatsana” dedi “hünkârım!” ve yok oldu birden. O yok oldu, ben adını unuttum. Telaşa kapıldım. Sonra bir ses duydum gaipten. “Hünkâr, bu kadar unutkan olur mu?” dedi. “Hep unuttun, iyi mi oldu?” Git gide uzaklaştı ses. Ne kadar uzaklaştıysa o kadar yaktı içimi kelimeler. “Tamam, o halde şimdi de unuttuklarını yaz!” dedi. “Bir sen mi unutuldun, bir sen mi aldatıldın, bir sen mi terkedildin?” Her isimde titredim. Her isimde utandım. Her isimde yandım. Bahaneler sıraladım, çıkmadı sesim. Ne yaptın sen bana böyle, ne yaptın nefsim?

O “Yaz!” dedikçe isimler bir bir boğazıma dizildi.
O “Yaz!” dedikçe hıçkırıklarla nefesim kesildi.
O “Yaz!” dedikçe zihnim bir hançerle deşildi.
O “Yaz!” dedikçe içim utancımla ezildi.
O “Yaz!” dedi, bembeyaz kâğıda onlarca yüz çizildi.

“Şimdi söyle! Kimdi hünkâr? Ve soytarı kimdi? Tüm bu haklar kimin defterine kaydedildi?” Ses yok olmak üzereydi. Kapadım gözlerimi, tüm dikkatimi verip kulak kesildim. “… unutacaksın! “… onları yazarsın! … sensin!” dedi. “... Hakan …”, “… Turgay …”, “… Volkan …”, “… Onur …”, “… Mine …”, “… Şule …” dedi. Ve ses kesildi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder