21 Aralık 2011 Çarşamba

Mektup - 1

          "Kimseye anlatamadığım, kimsenin anlayamayacağı bir takım sıkıntılarım var!" 


          Şimdi senle konuşmak isterdim... Sabah ezanına kadar.... "Gün açtı oğlum kursun yok mu senin? Gene mi gitmeyeceksin amk.!" diyene kadar. Gerçek sıkıntıları o zaman melankolik duygulardan ayırabilirdim. Sonra vururduk bir bölüm daha Behzat Ç. yada Leyla İle Mecnun... Hangisi kafamızı iyi edecekse... Odayı boğmadan, sırayla, A. Teyze farketmesin diye... 


          Harbiden bazen hayat bok gibi geliyor. Siktir olup bir yere gitmek istiyor insan. Gidince özlüyorsun, kalınca içindeki kin büyüyor. Başka bir adam oluyorsun. İnan tutunacak yer arıyor insan. Oraya... Buraya... Şuraya... Sonra ta bir tarafına koyayım diyorsun. 


          Bazen diyorum ki biz çok küfrettik bu paraya galiba. Şeytan kıçımızın dibinden ayrılmaz oldu. Mesele o değil ama ah şu saygısızlar var ya! 


          Şu saygısızlar... Her taraftalar… Yeterince psikopat olabilseydim bir Ercüment Çözer sanabilirdim kendimi. İntikam bazen en anlamlı duygu oluyor. Bazen sırf bunun için direniyor insan. Hayatta her şeyi bir kenara bırakıp... Sonra… Sonrasından bahsetmek zor… Cümlelerimin devamını getirebilirsin sen ama. 


          “Eski Günlerimiz”i dinlerken nasıl efkarlandığına şahit oldum bir iki defa. Sen ki babasız büyüdün. O nedenle seni ne kadar istesem de anlayamam. Bu nedenle belki de hiçbir zaman sana layık bir dost olamayacağım. Ama sen anlardın… 


           Babasız değilim. Ama bi’ şeysizim. Bi’ şey… Adı konulamayacak kadar tuhaf. Belki de adını koymak zor geliyor. Bazen daha beteri ile karşılaşmaktan korktuğu için insan, durumundan şikayet edemiyor. Hem hadi ettik diyelim. Bizi duyan birileri var mı oralarda? Sahi birilerinin umrunda mıyız? Yoksa yalnız geldik, çıplak geldik; yalnız ve yine anadan üryan mı gideceğiz? Ölümden bahsetmek dahi ürkütüyor beni. Ama bazen umursanacak şeyin bu dünya olmadığı gerçeğine kati surette inanmak, adamın aklına gayrısını getirmiyor. 


           Okula başlamak dediğin gibi toparlıyor insanı. Her sabah 6:30 da kalkmak bile artık koymuyor. Her gün bu saatlerde yatardık oysa. A. Teyze bizim yüzümüzden sinir hastası oldu desem abartmış olmam. O kadar sıkıntı içinde “okuyun, yatın” derdi her defasında odanın kapısını kapatırken. Hani on yedi yıldır okuyorsun da bir şey olmuyor ya, bazen okunacak duanın da işe yaramayacağına inanası geliyor adamın. Bazen kendimden dahi ürküyorum. Yeri geliyor o kadar saygısızlaşıyorum ki…


           İnan kimseyle yarıştığım yok. Herkes çok zeki olduğumu söylüyor. Gülüyorum… Hayatı halen daha bir maraton olarak görmüyorum. Hiçbir zaman da “at” olmayacağım. Cebimde belki yine para olmayacak hiç. Olsun… Ona da alışıyor insan. “Paran yoksa dert etme oğlum, bende de yok!” derdin hep. Ne kadar da haklıydın. İşim yok, param yok… Ama bazen kendime bunu dert etmiyor değilim. Sana yalan konuşacak değilim. Ama sonra kendime geliyorum hemen. Mesele bu değil… Bu mesele olacak kadar asli bir şey de değil…


            Şimdilerde biliyorsun İngilizce öğreniyorum. Biliyorsun hazırlık falan… Yıllardır bir şeylere hazırlanıyorum. O kadar merak ediyorum ki bu hazırlıkların hangi iş için yapıldığını. Paris’e elçi mi atayacaklar beni dersin? Evet, Londra olur olursa. Yine güzel cevap verdin. Muafiyet sınavına girmedim. Beginner sınıflarından istediğini seç, orda başlatalım seni dedi hoca, ben de soyadımın baş harfini dedim. Güzel arkadaşlarım var. Ama gecelerim hep tek başıma geçiyor. Arada ciddi derecede canı sıkılıyor insanın. 


            Aslında yazacağım daha bir sürü şey var. Ama gittikçe konu dağılıyor. Bugünlük bu kadar yeter galiba. Bir ara araşırızla biten her telefon konuşmamızdan sonra aslında aramanı hep bekledim. Olsun… Bende bu kontörsüzlük, sende de bu meşguliyet olduktan sonra insanın aklına kötü bir şey gelmiyor hiç… 


           A. Annem’in ellerinden öper, cümleten herkese selam ederim. 


           Ama bir gün çıkageleceğim ansızın… Adı aynı, sanı aynı E. olarak… 


           Allah’a emanet ol!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder