7 Nisan 2013 Pazar

HERKES ERTESİ GÜN ÖLÜR

Saatler hep düşmandır,
İhanete uğradığını fark ettikten sonra.
Bakışlarının ne manaya geldiğini bilemem ben.
Dünyanın en güzel kadını değilsen.
Başımdaki huniyi göremezsen tüm çocuklar delirecek!
Emniyet amiri değilim,
Kimseyi tehdit edemem.
Beni hediyelik eşya dükkânından çıkartman gerek,
Kocaman bir filim ben!

Ama herkes ertesi gün ölür,
Ne olur buna inan!
Tüm takvimler yandaştır
Ve medyatiktir tüm yaprakların arkasına yazılanlar.
Sen konuşmaya başladığında,
Ben saçlarını alevle boyatsam.
Renk körüyüm ben kahretsin!
Siyahla şu gri dediğiniz rengi bir ayırsam…
Beni papatyalara ihanetten yargılayamazsın,
“Beni sadece Tanrı yargılar”mış…
Ölsün bu klişeyi sırtında taşıyanlar!
Oysa herkes ertesi gün ölür!
Ölür herkes bir gün önce onlarla konuşursam.

"TC" MEVZUSUNA DAİR


Sosyal medyadaki kullanıcı adlarının başına "TC" koyarak kamu kuruluşlarındaki tabela değişikliğini eleştirmenin mantığını sorguluyorum iki gündür. Tek bir anayasanın ve tek bir devletin idaresindeki kurumların isimleri başından zaten bilinen ve varlığı hiçbir zaman inkar edilemez bir ibareyi kaldırmanın sakıncalarını düşündüm. Bulamadım şahsi kanaatime göre bir absürtlük. Çünkü bu ülkenin tüm kamu kurum ve kuruluşları Türkiye Cumhuriyeti'ne bağlıdır. Eğer ortada bir şüphe olsaydı bunu belirtmek ihtiyacı doğardı. 

Yani bu şudur: Kanserli bir hastanın "I'm cancer but i'll beat it!" tişörtü giymesi bir aralar modaydı ve bu bir yönüyle hem moral verici hem de doğal bir eğilim olarak kabul edilebilirdi. Bunun tersten okuması da birilerinin "I'm not cancer" tişörtü giymesidir. Ki bu da saçmadır. Çünkü istisnai durum kanser olmaktır. Tırnak içine alınması gereken vurgu yapılması gereken mesele de budur. 

O halde, bilinen ve aksi hiç bir zaman iddia edilmeyecek bir durumun üzerine baba basa vurgulanması saçmadır. Çünkü bu Trabzonspor ambleminin üstüne "Trabzonpor Amblemi" yazmaktır. Her bir kamu kurum ve kuruluşu zaten devletini temsil eder. O nedenle TC ibaresinin oluru ya da olmazı problem değildir bana göre. 

Diğer bir bakış ise kokuşan ve yozlaşan kamu kurum ve kuruluşlarının işlev, yapı ve idaresi açısından hiç bir zaman eleştiri konusu olmamış olmasıdır. Yani bana göre bizim istediğimiz şey "şekil"dir. En basitinden bir meclis, meclis olma özelliğini, bir adamın ağzına bakan 300 küsür milletvekili barındırması ve kralın danışma meclisi haline dönmesiyle mana ve işlev olarak varlığını kaybeder. Adına ister TBMM de ister BMM bu sonraların tartışmasına ancak konu teşkil eder. 

Adaletin olmadığı bir yerde, adalet sarayını havaya uçurmaktır bana göre toplumsal duyarlılık. Çünkü "V" der ki: "Adalet Tanrıçasını havaya uçurarak insanlara bu ülkede neyin yok olduğunu gösterdim!". Eğer kokuşmuş bir sistem ve kurumsallaşma gözümüze gözümüze sokulurken, kurumların dolap içinde dolap dönen koridorlarının rengi ve ismi ise sadece mesele evet TC tartışmasına devam ediniz. Kimseyi yargılamak gibi bir amacım yok. Ancak amacınız gerçek manada bir toplumsal duyarlılık yaratıp başkaldırmak ise gri pijamalarınızı giyip facebook başında klavye şovalyeliği yapmak sadece bir komedi unsurudur. 

Çünkü bana göre bu küçük meseleler, sistemin insanları orgazma uğratıp onları pasifleştirme ve vicdanlarını rahatlatma ya da "gereğini yaptım" düşüncesiyle hayatlarına devam ettirme meselesidir. 

Ki diğer taraftan elime ufak bir araştırma sonucu geçen bir fotoğraf var ki olayın özetidir. Artık insanların refleks tepkileri, maalesef onların kendi öz duyarlılıklarından önde seyrediyor. Yani birey, gerçek manada neye ne amaçla destek verdiğini bilmiyor. Herkes, kafasındaki şahsi amacı doğrultusunda bu olaya/eyleme katılıyor. Fakat totalde bu eylem onu ilk başta ortaya atanların ellerindeki veriyi oluşturuyor. Bireyin amacı A olsa da bunun sunucuları bu sonucu B olarak adlandırabildiği gibi, dolaylı yoldan bireyin amacının da B'ye dönüşmesi hem meşru hem de engellenemezdir. 

Bahsettiği şey şudur:http://www.itusozluk.com/gorseller/facebook+ta+isminin+ba%FE%FDna+tc+koymak/496386

İncisözlük'te canı sıkılan bir yazarın, kendi ifadesiyle "sikertmecilik" oynamasından başka bir şey değil. Bunan inanmıyor olabilirsiniz ama inci sözlüğün başlattığı bu nevi "sikertmelerin" sonuçlarına netten ulaşmanız çok kolaydır. Can Yücel şiirleri meselesi halen daha tazedir. 

Son olarak, toplumsal olarak bir bütün olmak aynı meydanda yumruk kaldırıp aynı biber gazını solumaktır. Sanal ortam tepkileri ise bana göre vicdan orgazmı/tatmini'nden başka bir şey değildir. 

3 Nisan 2013 Çarşamba

YIKILMA SAKIN

Ramazan Başaran kardeşime itafen... 

Kardeşim…

Ellerinden tutamam ki şimdi ben...
Aramızda uçakların bile kısaltamadığı,
Bunca mesafe varken.
Şimdi ben çaresizim,
Acizim şimdi ben!
Tek yapabildiğim,
Başlamaktır bildiğim sureden!
Ama sen sımsıkı sarıl ne olur,
Şu “yalan” dediğin hayata.
Bitmesin,
Gerçekte bu bir oyun olsa da!
Ellerin gevşemesin,
Sık şu zamanı Ali gibi kudretli;
Beni korkutma!
Ne olur!
Ne olur bırakma kendini sakın!
Benim geceleri kıpırdayacak hep dudaklarım…

Kardeşim…
Sözler bazen “hiçbir şey” anlatır!
Ömür denilen bu yolculuk,
Bilinmez hangi durağa kadardır.

Sesinden dinlemiş o en güzel ilahiler hatrına,
Sarıl şu yaşamak denilen meretin boğazına!
Sen ki Resulün tebessümüne olmuştun “bende”
O en güzel rüzgârlar çarpardı yüreklere,
Kardeşim…
Sen güldüğünde!

Dualar… Dualarımız…
Ki yıldızları gökte tutan onlardır!
Pes etme sakın, yakışmaz sana!
Daha oruca hasret nice “Ramazan” vardır!

Kardeşim…
Sözler bazen “hiçbir şey” anlatır!
Sana yollayabileceğim tek şey:
-Affet… -
Dualarımdır! 

2 Nisan 2013 Salı

MANİFESTO

Meymenetsiz tüccarın asık suratı hayat,
Nezaketin beş para etmediği bir handa.
Damarlarında gezer tutuşturulmuş zehir
Genzinde hissettiğin zifir tadından sonra.
Kordan bir demir sanki bakışlarındaki kin...
Kirlendi kirlenecek çocukların elleri.
Sahte kimlik, caka ve pazarlama tekniği,
Cüzdan muhasebesi ve çürümüş bir beyin!
Yollar sana kurtuluş kılınmıştır bir kere.
Hayır! Olmaz! Bu dünya değildir senin dengin!
Ufuklara sevdalı atlar koştur içinde
Çünkü katli vaciptir artık kapitalizmin!

Parsellenmiş topraklar ve mermerden bir mezar…
Rayından çıkarılmış özgürlüğün çığlığı.
Ellerinin kirine kir buladın durmadan,
İzafi bir zamanın artı sonsuzluğunda.
Edindiğin ilahın kitabındaki iman,
Vahşetin sembolüdür üstü iki çizgili.
Sağa sola kırpılan bir çift gözden ibaret,
Tuzağı masumların şehvetli vücuttaki.
İçimdeki sızının doruklanma sebebi,
Sistem köleliğidir yaşamak adındaki.
Eğriler üzerinde aradığım doğruda,
Talebin dışındaki değerim ne ki benim?
Ufuklara sevdalı atlar koştur içinde,
Çünkü katli vaciptir artık kapitalizmin.

SEVİLMİŞ BİR GÜZELİN ÜZÜNTÜSÜ


Ne buz dağları, 
Ne kum fırtınaları,
Ne de Muson yağmurları... 
Hiç biri değmedi tenine!
Sen ki;
Kozasında üşüyen acemi bir kelebek... 
Sen ki;
Hayallerden yontulma sıradışı bir gerçek...
Mini minnacık bir kadındın ve ben,
Gölgende sıcağı keşfederdim. 
Kulağıma Nazım şiirlerinden,
Ürkek ürkek gelirdin.

Ne el salladın birinin ardından, 
Ne karakola düştün meydanlardan,
Ne de öğle yemeğine çıkışmadı paran. 
Sen ki;
Soğuk suya el değdirilmemiş...Sen ki;
Tırnakları arasına toprak girmemiş,
Bir kentsoylu goncasıydın. Ve bundan, 
Ben hep küfrederek, 
Bir umutla alın terimi biriktirdim!
Her sene doğum günlerinde,
Dört nala koşan enflasyona yenildim. 
Necip Fazıl’ın ikinci kıt'asıydık:
Ben bekledim,
Vakit geçti,
Gelmedin!